27 Haziran 2010 Pazar

Zülal Kalkandelen ile New York ve Türkiye üzerine / Univers17

Zülal Kalkandelen ismini bilenler kendisini Roll Dergisi’ndeki müzik ya da Cumhuriyet Gazetesi’ndeki New York yazılarından bilirler. Kalkandelen’in New York’un kültürel ve sosyal yaşamına ışık tutan denemelerden oluşan ilk kitabı “New York’u Yaşamak” 2003 yılında yayımlandı. Yazarın bu kitaptan başka iki eseri daha bulunmakta.





Zülal Kalkandelen Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü bitirdi. A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi dalında, Prof. Dr. İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması adlı kitabının eleştirisi üzerine yazdığı tezi tamamlayarak Yüksek Lisans derecesini aldı.1992-1996 Kültür Bakanlığı’nda hizmet verdi. 1997-2000 NTV ve CNBC-e’ de program koordinatörü/ yapımcı/ program bölümü sorumlusu olarak çalıştı. Yapımcısı olduğu INFO adlı program büyük müzik firmalarının Türkiye temsilcilikleri tarafından “En İyi Müzik Programı” seçildi.Aynı zamanda Roll dergisi için müzik yazıları yazdı.2001- New York’a yerleşen Kalkandelen ile New York ve tekrar dönüş yaptığı Türkiye üzerine konuştuk.




Zülal Kalkandelen 2001 yılından beri New York’ ta yaşıyor. “New York’ u Yaşamak” adlı kitabınızda da rüyaları süsleyen bu kenti ayrıntılarıyla anlatmışsınız okuyucunuza fakat; niçin Türkiye’ den ayrıldınız ve niçin New York?


Öncelikle şunu belirteyim ki, artık New York’ta yaşamıyorum. Zaman zaman yine kenti ziyaret ediyorum, ama orada yaklaşık 4.5 yıl yaşadıktan sonra İstanbul’a döndüm.Sorunuza gelince, Türkiye’den ayrılmamın nedeni, 2001 yılındaki ekonomik kriz sırasında işimi kaybetmem... Kriz patladığı zaman CNBC-e kanalında çalışıyordum. Televizyon kanalları da, bu gibi durumlarda her zaman olduğu gibi, ilk tasarruf yöntemi olarak bazı personeli işten çıkarmayı seçmişti.İşine son verilen çok sayıda insan arasında ben de vardım. O dönemde bunun anlamı, en az bir yıl işsiz kalmak demekti; çünkü o yıl bütün medya kurumlarındaki durum buydu. Ben de aldığım tazminatla hep yapmak istediğim bir şeyi gerçekleştirdim. Yurtdışına gidip Türkiye’ye oradan bakmayı ve yeni kültürler tanımayı düşündüm. Çünkü diğer ülkelere turist olarak gitmekle bir süre oralarda yaşamak arasında çok fark var.Bunun için de en çekici yer New York’tu. Daha önce gezi amaçlı gitmiş ve çok sevmiştim o kenti. Bunun birinci nedeni, müzik açısından son derece tatmin edici bir atmosfere sahip olmasıydı. Tam bir müzik sevdalısı olduğum için bana çok hitap eden bir kent New York.İkinci neden de, bütün dünya kültürlerini buluşturan eşsiz bir kent olması. Ben New York’u bir deney tüpüne benzetiyorum. Bir bilim insanı düşünün; deney amacıyla tüpün içine çeşitli kimyasal maddeler atıyor ve karıştırılıp ne olacağına bakıyor. Normal olarak birbirine tepki verip patlamaya yol açabilecek çok sayıda madde, nedense o tüpün içinde bambaşka bir karışım yaratıyor ve hiçbir patlama olmuyor... Bu bana çok ilginç gelir.




Kemalizm’den Karl Marx’ a Gandhi’ den El Kaide’ye, Demokrasi’den Cinsel Ayrımcılığa, Mardin Katliamından Vietnam Savaşına, Müzikten Fotoğrafçılığa kadar bu çok yönlülük içinde Zülal Kalkandelen’i besleyen nedir?


Beni besleyen en temel şey, merak tabii ki. Yaşadığım dünyaya olan merakım çok farklı alanlara ilgi duymama neden oluyor. Kanımca, gazetecilik açısından da şarttır bu.. Bir insanın çevresinde olan bitene ilgi duymadan, sadece kendisine odaklanarak gazetecilik yapması, bana göre olanaklı değildir.O nedenle, yazılarım hep yaşadığım toplumla ve dünyadaki olaylarla ilgili. Son yıllarda ülkemizde de giderek daha fazla örneklerini gördüğümüz bir gazetecilik türü var. Kimileri, kendi özel hayatını yazı konusu yapıp, kendisini haber haline getiriyor. Gonzo gazetecilik diyorlar buna... Bir yazı türü olabilir ama benim gazetecilikten anladığım bu değil.Çünkü ben gazeteciliği bir kamu hizmeti olarak görüyorum. Mesleğe böyle yaklaşınca da, beni en çok besleyen unsur, “adalet duygusu” oluyor. Özellikle ilgi duyduğum iki alan var: Politika ve müzik. Lisans eğitimim gazetecilik alanında, ama yüksek lisansımı siyaset bilimi dalında yaptım.Politika ile hep ilgiliydim. Yaşamımızın her aşamasını doğrudan etkiliyor politika. Nasıl ilgilenmeyeceksiniz ki? Müzik ise, bana göre dünyayı yaşanılır kılan en önemli, en güzel şey. Fotoğrafla da ilgileniyorum ama o bir hobi sadece...




Sizin için New York’u New York yapan semtler nereleridir, neden?



Sizin için New York’u New York yapan semtler nereleridir, neden?
Benim için New York’u New York yapan semtlerin başında East ve West Village gelir. Orada yaşarken en çok zaman geçirdiğim semtler bu ikisiydi. Kentin bohem kültürü buralarda daha çok hissedilir. Diğer yerlere göre buradaki binalar, çok daha eski ve kısadır; ama bana göre mimari açıdan daha ilginçtir. Herkesin aklına New York denince, gökdelenler gelir; oysa bence barları, vegan restoranları, ikinci el CD ve plak satan dükkanları, kitapçıları ve sanat galerileriyle, ayrı bir kimliği vardır bu bölgenin. New York Üniversitesi, New School gibi saygın eğitim kurumlarının kampüsleri de aynı yerdedir ve bu nedenle bir gençlik merkezidir. Ayrıca çok güzel iki park vardır bu bölgede. Birisi, East Village’deki Tompkins Square Park; diğeri de West Village’deki Washington Square Park. Her ikisi de kentteki çok kültürlülüğün bütün unsurlarını barındırır. Üniversiteliler de vardır o parklarda, evsizler de... Gözlem yapmak ve zaman geçirmek için ideal yerlerdir. Tabii parklardan söz edince Central Park’tan söz etmemek olmaz. Bir şehircilik mucizesidir bu park. New York gibi her şeyin paraya dönüştürüldüğü bir kentte, böylesine büyük ve değerli bir alanın yapılaşmaya kapatılıp park olarak kullanılması, imrenilecek bir olay...
New York’u benim için özel kılan en önemli yer ise, 42. Sokak’taki New York Halk Kütüphanesi. Orada öyle çok zaman geçirdim ki, benim için adeta bir sığınak halini aldı... Yazın serin, kışın sıcak, içi kitapla dolu sessiz bir mabet gibi... İnsan başka ne ister ki?




2.sınıf vatandaş konumunda kadınlar, ayrımcılık ve şeriat… 21. yüzyılda bile kadın, erkek egemen toplumlarda bir gölge olarak varlığını devam ettiriyor. Dünya Kadın Hakları mücadelesi için neler yapılmalı, çözüm nerede aranmalı?




Çözüm eğitimde... Kadının kendi haklarına sahip çıkar hale gelmesi için önce eğitim şart. Kız çocuklarının eğitimi mutlaka sağlanmalı; çünkü bir insanın başkalarına bağımlı olmaktan kurtulması için ekonomik özgürlüğü olmalı. Bunun mümkün olabilmesi, yani bir kadının işe girip kendisine bakacak parayı kazanabilmesi için, eğitim görmesi zorunludur. Bununla birlikte, aynı anda da tüm toplumda kadınların eşitliği yönünde kapsamlı kampanyalar yapılmalı.Eski kuşaklardan yeni kuşaklara aktarılan eşitliksizci, çağdışı anlayışların kökeni, ancak bu şekilde uzun dönemli kampanyalarla kurutulabilir. Tabii devlet ile sivil toplum örgütlerinin el ele vererek etkili olabilecekleri bir sorun bu... Kırsal alandaki kanaat önderleri ile işbirliği yapılarak, halkın bilinçlendirilmesi sağlanmalı.Ayrıca bugün hala varlığını koruyan bazı yasalarda kadınlar lehine yeni düzenlemeler yapılması gerek. Kadınların ülkemizde içinde bulunduğu durumun düzeltilmesi için, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, kadınlar lehine pozitif ayrımcılık yapılmalı, kadınların iş hayatına daha fazla katılımı desteklenmeli.




Oradan buraya baktığınızda gözünüze ve yüreğinize neler takıldı?


Orada yaşarken Türkiye’ye bakınca, sahip olduğumuz değerlerin daha belirgin hale geldiğini söyleyebilirim. Türkiye, kültürüyle, tarihiyle, dünyadaki yeriyle çok önemli bir ülke. Tarihte örneği olmayan bir devrimi, Atatürk Devrimi’ni başarmış bir ülke. Bütün Müslüman coğrafyasındaki tek laik demokrasi! Bunun değeri çok iyi bilinmeli ve gençlik buna sahip çıkmalı. Cumhuriyet’in ilanından bu yana girilen çağdaşlaşma yolunda çok önemli adımlar atıldı, ama elbette daha düzeltilmesi gereken çok şey var ülkede...Bunun yanı sıra, Türkiye dışardan bakınca, kendi içinde müthiş çelişkileri de barındıran bir ülke olarak görünüyor. Çok etkileyici bir kültürel geçmişin bulunduğu bu topraklarda, bugün bu kadar az okunuyor oluşu, kütüphane ve müze kültürünün gelişmemiş oluşu, bilimsel çalışmalarda geride kalışımız, doğrusu üzüntü verici...






Yeni bir roman projeniz var mı?


İlk romanımdan sonra yazmaya başladığım bir projem var. Ama henüz olgunlaştığını söyleyemem.




Son zamanlarda “Roll battı!”, “Roll kapanıyor!” diye bir panik oldu. Sonradan ise bu iddiaların asılsız olduğu ortaya çıktı. Bu konuya ilişkin düşünceleriniz neler?


Roll’u uzun yıllardır hazırlayan yayın yönetmeninin İstanbul’dan Ayvalık’a taşındığını ve dergiyi artık üç ayda bir, daha geniş kapsamla yayınlamayı planladığını biliyorum. Müziğe tutkun bir ekibin, tamamen gönüllülük esasında çalışarak, büyük bir özveriyle çıkardığı bir dergi Roll.Kaliteli içeriğiyle, ülkemizdeki müzik kültürüne çok önemli katkıları oldu. Böylesine ticari bir sektörde, bunca yıldır bağımsızlığını koruyarak varlığını sürdürmesi, gerçek bir mucizedir. Çok zor, belki de imkansız bir iş başarılmıştır. Sona ermesi, ciddi bir kayıp olur. Ben devam edeceğini, bir şekilde yaşayacağını düşünüyorum.


UNİVERS  /  SAYI 17

1 yorum:

ayse dedi ki...

pek güzel olmuş seray. ne zamandır saçma sebeplerden blogunu takip edememiştim, kınadım kendimi.

roll'un akibeti hakkında kesin bilgi almak da ayrıca iyi oldu. ben ne zamandır bulamıyordum hiç bir yerde kendisini. hey gidi roll, hey gidi lise yıllarım.