25 Eylül 2013 Çarşamba


“Anne, ben barbar mıyım?” : 13. İstanbul Bienali’nin Kavramsal Çerçevesi Eşliğinde Uygarlık ve Barbarlık


  






Baskın seslerin susturulduğu, kemikleşmiş söylemlerin sarsıldığı, toplumdaki en güçlü ve kabul görmüşün dışlandığı bir toplumu yaratabilmek adına sanatın yeni pozisyonlar yaratma ve yeni öznellikler inşa etme potansiyeli yeterli midir? Böyle bir toplum uygar mıdır, yoksa barbar mı? 


Hayal gücü kanallarımızı açmaya yönelik bir slogan ile 13. İstanbul Bienali, odak noktasını kamusal alan söyleminin toplumsal siyasi bir forum yaratma fikrine odaklıyor. Kamusal bir buluşma alanı yaratmak ve tartışma zeminini harekete geçirmek adına bienal sergi mekânları olarak geçici olarak boş bırakılan kamusal yapıları kullanma fikrine yöneliyor. 

13. İstanbul Bienali’nin şiir, edebiyat, ve şiirsellikle sanatın ilişkisini vurgulayan bir başlık olan “Anne, ben barbar mıyım?” sloganı seyircisine “Kamusallık” kavramını yeniden düşündürüyor. 



1987 yılından bu yana İstanbul'da bir buluşma noktası oluşturmak ve görsel sanatlar alanını hareketlendirmek, farklı kültürlerden sanatçılar ve izleyiciler arasında bir buluşma noktası yaratmak adına İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) İstanbul Bienali ile güncel sanatın yeni eğilimlerini bir araya getirerek uluslararası bir kültür ağının kurulmasına katkıda bulunuyor.

13. üncüsü düzenlenen İstanbul Bienali’nin  tartışma noktası sivil alana erişim ve kent hakları olarak belirlendi . ‘Şehri Kamusallaştırmak’ adına, şehrin estetik ve teknik değerlerini oluşturmakta büyük rol oynayan kent sakinlerinin nerede ve nasıl yaşadıklarını, çalıştıklarını, sosyalleştiklerini anlamanın önemini vurgulayan İstanbul Bienali, rotasını İstanbul’ da şu an gerçekleşmekte olan kentsel dönüşüm, tarihsel ve kültürel çeşitlilik taşıyan mahallelerin özelleştirilmesi ve konutlaştırılması konusuna çeviriyor. Mahalle pazarlarının yerini alan alışveriş merkezleri ve merkezi toplumsal buluşma mekânlarının nasıl da kentin çeperlerine itildiği vurgulanıyor. 

Sloganını Şair Lale Müldür' ün “Anne, ben barbar mıyım?” adlı kitabından alan 13. İstanbul Bienali sergileri, alınan küratöryel kararlar doğrultusunda iç mekanlarda gerçekleştirelecek. 

2007-2016 sponsoru Koç Holding’in desteğiyle düzenlenen 13. İstanbul Bienali’ nin küratörü Fulya Erdemci, yakın zamanda yaşanan Gezi olaylarından sonra, vatandaşlarının özgür ifadelerine izin vermeyen otoriteden alınacak izinle sanat projelerinin sokaklara taşınması fikrinin kamusal alan sorunsalını irdeleyen bu projeleri bu koşullar altında gerçekleştirmenin onların varlık nedenleri ile çelişebileceğine inandığını belirterek, gerçekleştirilmemelerinin daha anlamlı bir öneri olduğunu açıkladı. 


Bu açıklama üzerine şehri kamusallaştırmak, mekansal-ekonomik adalet, kamusal alanda sanat ve sanat-pazar ilişkilerinin sorgulandığı ve bu bağlamda sanatın rolünü araştıran bir matris işlevi gören 13. İstanbul Bienali’nin sergi mekanları Antrepo No.3, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, ARTER, SALT Beyoğlu ve 5533’te 14 Eylül-20 Ekim 2013 tarihleri arasında izlenebilecek.

Kentsel kamusal mekânlardan çekilme fikri, varlığı yoklukla imleyerek Gezi direnişiyle birlikte uyanan özgürlük fikri ve yaratılan özgürlük alanına yaratıcı ve katılımcı eylem ve forumlarla destek veriyor.

Kentsel kamusal mekânlardan çekilme kararı kamusallık yaratabilmek adına bu kavramı yeniden düşünmeyi öneren bir bienal haline gelerek, bienalin bu edisyonunu ücretsiz izlenebilecek bir etkinliğe dönüştürüyor.

14 Eylül Cumartesi günü izleyicisine kapılarını açan 13. İstanbul Bienali sergi mekânları, “mutlak öteki”ye işaret eden “barbar” tanımlaması ile sanatın yeni pozisyonlar yaratma ve yeni öznellikler inşa etme potansiyelini sorguluyor. Farklı başlıklar altında düzenlenecek bir dizi konuşma, atölye, seminer ve performansla hem Türkiye’de hem de dünyanın dört bir yanında “kamu” kavramının geleneksel kavramını dönüşüme uğratmayı hedefliyor. Üstlenilebilecek en önemli görevin kentsel sosyoekonomik eşitsizliğe karşı mücadele olduğuna inanılan bu kavramsal çerçevede kamuyu yeniden hayal etmek çok da uzak olmamalı. 


Eski Yunancada kullanıldığı bağlamda “topluluk/meclis” veya “toplanma yeri” anlamlarına gelen “agora” bir metafor olarak düşünülen “topluluk” çağrışımını barındırır. Şöyle ki; Antik Yunan’daki özgür insan kavramını tartışan Hannah Arendt özgürlük ve mekân arasındaki ilişkiyi şöyle ortaya koyar:

"Özgür bir insanın hayatının başkalarının mevcudiyetine ihtiyacı vardı. Dolayısıyla özgürlüğün kendisinin de insanların bir araya geldiği bir yere ihtiyacı vardı –agora, pazar yeri, veya polis, gerçek bir siyasi mekân."



Kalabalık veya açık alan korkusu anlamına gelen Agorafobi, kelime olarak ifade özgürlüğünden veya toplumsal hareketten duyulan korkuyu anlatır. Bu düşünceden yola çıkan 13. İstanbul Bienali Giriş Sergisi Agorafobi, mekân politikalarını kentlerdeki kamusal mekânları tartışmaya açarak özgürlüğün vazgeçilmez etmenine vurgu yapıyor. 

Memnuniyetsizlik ve hükümetlerin yönetim biçimlerinden doğan hüsran  –sokaklar, meydanlar ve parklarda dahil olmak üzere uzlaşmazlığın ve huzursuzluğun dışa vurulduğu bir sahneye dönüşüyor. Bu dönüşüm, sokaklara dökülen bu direnişin kamusal mekanlara olan faydası ve toplumsal hareketi teşvik edip kitlelere olan desteği konusunu açık bir tartışma konusu olmaya sürüklüyor. 





13. İstanbul Bienali bu bağlamda sorulabilecek en naif sorulardan biri olan “Anne, ben barbar mıyım?” sorusunu irdeleyerek izleyicisine böyle bir toplumsal dönüşümü hayal etmenin mümkün olup olmadığını sorgulatıyor.Tıpkı Lale Müldür’ ün sorduğu elmas sertliğindeki sorular gibi, baskın seslerin susturulduğu, kemikleşmiş söylemlerin sarsıldığı, toplumdaki en güçlü ve kabul görmüşün dışlandığı bir toplumu hayal ettirerek, dönüşüm sürecindeki bu toplum için sorulabilecek en doğru soruyu topluma mal ediyor ve diyor ki 13. İstanbul Bienali;

“Anne, ben barbar mıyım?”



*Görseller İKSV' den izinle alınmıştır. 

Daha fazla görsel için;

http://www.iksvphoto.com/#/folder/8e692k