19 Aralık 2009 Cumartesi

EtTİKETLER



Kürt açılımı, demokratik süreç derken unuttuk ötekileştirdiklerimizi. İğnenin ucu bize dokununca ne kadar da hassas oluveriyoruz. Biz sonuçta içi boşaltılmış kavonazlar, boş kibrit kutuları değiliz ki!
Bir çok kültürün diğer kültürlere garip geldiği, yadırgandığı ve hatta kati kararlar ile yasaklandığı şu günlerde su götürmez bir gerçek vardır ki; bu su götürmez gerçek ne olmuştur da hayatlarımızı böylesine farklı kılmıştır?

Nedir bu su götürmez gerçekler?
Sorular, sorular, ah şu sorular!Nerede saklı peki cevaplar?
...
Aşağılık kompleksi, bizi bizden alıp , bizi başkalarının giysilerinin içine somak gibi sinsidir damarlarımızda. Bireysel psikoloji ekolünün kurucusu Alfred Adler tarafından ortaya atılan bu komplekse sahip insanlar genellikle kendini ispat etme çabası içerisinde, sıklıkla farkına bile varmadan kendini eziyete sürükleme eğilimi içerisinde olurlar. Aşırı bir kazanımı içinde bastırmaya çalıştığı yetersizlik duygusu ile kıyaslama çabasına sürüklenen birey, hastalığın diğer bir evresi olan başarısızlıklarını ört bas etme hezeyanı içinde başkalarını ezerek güç bulmaya çalışır. Kendisine saygısını yitiren varlıklar, sonuç olarak artık hiç kimseye de saygı duymamaya başlar.
Bu kompleksin içimizde nasıl geliştiği ise hep birer soru olarak kalacak değildir elbet. Az gelişmiş bir ülkede bir birey her zaman için " gelişme " kavramının anlamını tam olarak bilmemiştir; çünkü bilememiştir. Mesela pirinci ele alalım. Az gelişmiş ülkenin insanı hizmetin yani pirincin tabağına nasıl geldiği, hangi süreçlerden geçtiği, ne kadar emek ve enerji harcandığı konusunda en ufak bir fikre bile sahip değilken; onu üreten toplum, yani gelişmiş milletin insanı yoktan var eden bir güçmüş gibi tanrılaşır diğer toplumların gözünde. Tam da bu noktada devereye insani duygular ve aşağılık kompleksleri giriverir. Tek taraflı tüketimin süreklilik kazanması sürecinde üreten toplum aslında gücü ile hangi güç olduğu hiç farketmez, tüketen toplumu ezmektedir. Ezilen taraf insanın içinde içini kurt gibi kemiren aşağılık kompleksi baş gösterir ve artık bir salgın haline gelmek için hazırdır kompleksler...
Bu noktaya kadar herşey çok açık gözükse de aslında karanlık bir çıkmazdır bu konu. Kimi teorisyenlere göre yapıcı olduğuna inanılan komplekslerimiz kapanmaz yaralara dönüştüğünde, bir kültür ya da bir gelenek haline geldiğinde kitleler tarafından yadırganır ve dışlanır. Kimi teorisyenler ise kişinin kendisini geliştirmesine katkıda bulunuyorsa kompleksler yapıcıdır!!! Diğerleri ise ego sahibi olduğunun varkına varan her bireyin " Hep bana, hep bana" diyeceğine adı kadar emindir.
...
Düşünün ki arap kültürüne sahip bir bireysiniz. Ortada da bir tabak dolusu pilav...elin işlev gördüğü yemek yeme eylemi sırasında size çevrilen bakışlardan da bihabersinizdir. Mırıldanan dudaklar sizi hiç ilgilendirmez; çünkü siz yemek yiyorsunuzdur. Hem de kendi has yöntemleriniz ile. İslamiyetin bile insanlaştıramadığı kralcı zihniyet işte!, diye bir mırıltı yükselir masadan. Sizi kültürsüz, eğitimsiz olarak etiketleyebilirler. Dışlanır, yadırganırsınız da. Peki ama bizden olmadığını düşündüğümüz bu kültürü nasıl olur da es geçer ve dışlayabiliriz futursuzca?
Dışlayamayız, dışlanırız...İştahımızı kapattığı için, diye düşünsek de üstün olduğumuzu düşünerek aslında çok da insani bir şekilde aşağılık kompleksimize yenik düşeriz. Coca Cola kültürü, ipod gençliği derken hepsinin içi boşaltılımış birer kavram olmaktan ileri gidemediğinin fakına varmamız gerekir. Ötekileştirmek, öteki olmaya yanaşmadığımızdan kaynaklanır ve kimse "Öteki" olmak istemez. Nedeni ise "öteki" nin bir etiket olmasındandır.
"Etiketlemeden önce düşünün" diyen bir medya kuruluşunu düşünün... Çoktan etikelemiştir de yapmamış gibi gözükmek istediği için etiketlemeden önce düşünmemizi ister bizden...Saygı duymamızı değil!



Hiç yorum yok: